Authors:Ali Tilbe Abstract: Bu yıl beşincisi düzenlenen ve 4 günde 90 paralel oturum, 4 anahtar konuşma anaoturumu, 2 atelye çalışması, 2 sergi ve 2 film gösterimiyle taç-lanan Göç Konferansına; insanbilim, nüfusbilim, ekonomi, hukuk, ruhbilim, toplumbilim, coğrafya, işletme, yönetim, edebiyat, dilbilim, sağlık bilimleri, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, medya ve iletişim ve plastic sanatlar gibi geniş bir alandan, yaklaşık dörtte biri Türkiye’den olmak üzere 400’den fazla bildirinin sunulduğu konferansa toplamda yaklaşık 800 göç araştırmacısı, sivil toplum temsilcisi, siyaset ve basın temsilcisi ilgi gösterdi. Konferans 23-26 Ağustos 2017 tarihlerinde Yunanistan’ın Atina Harokopio Üniversitesinde gerçekleşti. Son derece varsıl bir içerik ve özenle hazırlanan bilimsel izlence, 23 Ağustos öğleden sonra davetli seçkin akademisyenlerin açılış oturumuyla başlamış, harika bir ortamda gerçekleşen gala yemeği sonrası 26 Ağustos öğleden sonra sona ermiştir. Dört gün boyunca gerçekleştirilen özel ve paralel oturumlar arasında, katılımcılar dostane ve samimi bir ortamda tanışma ve bilgi paylaşımı olanağı bulmuşlar ve çok sayıda yeni ortak çalışmaların ön-çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir. PubDate: 2017-10-31 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Seda Taş Abstract: Bu söyleşi, Yüksel Pazarkaya ile davetli konuşmacı olduğu 23-26 Ağustos 2017 tarihleri arasında Atina Harokopio Üniversitesi’nde düzenlenen 5. Göç Konferansı sırasında Dr Seda Taş tarafından gerçekleştirilmiştir (Bkz. www.migrationcenter.org). ABSTRACT IN ENGLISHInterview with Yüksel Pazarkaya, the migra(nt)tion novelistDr Seda Taş conducted this interview with Yüksel Pazarkaya who was an invited speaker at the 5th Migration Conference held from 23 to 26 August 2017 at Harokopio University, Athens, Greece. (See. www.migrationcenter.org). PubDate: 2017-10-31 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Soner Tauscher Abstract: Avrupa ülkelerinin alışık olduğu düzenli işçi göçü ve kontrollü sığınmacı alımı Suriye iç savaşının üst düzeye ulaştığı 2013/2014 yılından itibaren önemli bir değişim göstermektedir. Avrupa Birliği, kuruluşundan bu yana en yoğun mülteci göçüyle karşılaşmaktadır. Yaşanan bu kontrolsüz ve zorunlu göçe Avrupa toplumları ve devletleri hazırlıksız yakalanmıştır. Mülteci krizini ekonomik olarak fırsata çevirmek isteyen Almanya ise göçmenler için 2015 yazından itibaren açık kapı politikası uygulamaya başlamıştır. Ancak uygulanan açık kapı politikası Alman toplumunun azımsanmayacak bir kesiminde mültecilere ve Müslümanlara yönelik ağır ve şiddetli bir karşı kampanya ortaya çıkardı. Mülteciler ve Müslümanlar aşırı sağ toplumsal hareketlerin gösterilerinde “tecavüzcü”, “işgalci”, “kriminal dolandırıcılar” vb. sıfatlar ile birlikte anılmakta, medya da bu söylemlerin taşıyıcılığını yaparak kamusallaşmasını sağlamaktadır. Böylece aşırı sağı desteklemeyen, apolitik, ya da sığınmacılara karşı hoşgörülü davranan toplum kesimlerinde kamuoyu oluşturularak sığınmacı ve göçmenlere karşı olumsuz algı gündemde tutulmakta, politik olanın merkezine yerleştirilmektedir. Bu çalışmada öncelikle göçmenlere karşı aşırı sağ toplumsal hareketlerin oluşturduğu olumsuz söylemin McCombs ve Shaw’un Gündem Belirleme Kuramı (Agenda Setting Function) bağlamında medya tarafından siyasetin merkezine nasıl oturtulduğu tartışılacaktır. Ayrıca gündemde tutulan mültecilere yönelik olumsuz söylemin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, göçmenlerin ve sığınmacıların biyolojik Almanlardan daha çok suça meyilli olup olmadığı oluşturulan soyut söylemlerden ziyade Almanya İçişleri Bakanlığı’nın yıllık olarak yayınladığı Emniyet Suç İstatistikleri temel alınarak incelenecektir.ABSTRACT IN ENGLISHFar right movements in Germany and evaluation of media discourse of criminal immigrant in the light of official documentsFlows of regular worker migration and regular asylum seekers, of whom European countries are familiar, have significantly changed since 2013/2014 when the civil war of Syria reached its peak. The European Union face probably the most intensive refugee migration since its establishment. European societies and states have not been prepared for this uncontrolled and compulsory immigration. Germany seem to want to turn the refugee crisis into an economic opportunity as evident in their open door policy since the summer of 2015. However, implementation of open-door policy has led a substantial part of German society to a strong campaign against the refugees and Muslims. Refugees and Muslims are referred to as “rapists”, “invaders”, “criminal fraudsters”, and so on in demonstrations of far right movements and media has helped disseminating these discourses. Hence, this manipulated and hateful discourse tries to gain support from the segment of society wh normally does not support far right and often apolitical, or tolerant towards asylum seekers. In this study, the ways in which the negative discourse of far right social movements against immigrants is brought to the centre of the political agenda by media is analysed using the agenda setting framework by McCombs and Shaw. Then, the claims that immigrants are involved in crime, or they are prone to be criminals are analysed and contrasted with the data obtained from the annual Crime and Safety Reports of the German Ministry of the Interior. PubDate: 2017-10-30 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Cahit Kahraman, İlhan Güneş, Nanae Kahraman Abstract: 1989 göçü öncesi, dünyada eşzamanlı olarak gittikçe gelişen ve zenginleşen mutfak kültürü, Bulgaristan Türklerini de etkilemiştir. Pazardaki çeşitlilik arttıkça, yemek alışkanlıkları da değişime uğramıştır. Büyük göçten sadece 30-40 sene evvel kısıtlı imkânlar ile sınırlı sayıda yemek çeşidi üretilirken, alım gücünün artmasıyla yemek kültüründe de hızlı gelişmeler olmuştur. Artan ürün çeşitliliği yemeklere de yansımış, farklı lezzetler mutfaklara girmiştir. Göçmen yemekleri denilince hamur işleri, börek ve pideler akla gelir. Ayrıca, göçmenlerin çok zengin turşu, komposto ve konserve kültürüne sahip oldukları da bilinir. Bu çalışma, 1989 öncesi Bulgaristan’ın farklı bölgelerinde yaşayan Türklerin yemek alışkanlıklarına ışık tutmakla birlikte, göç sonrasında göçmen mutfak kültüründe bir değişiklik oluşup oluşmadığını konu almaktadır. Bu amaçla, 1989 yılında Türkiye’ye göç etmiş 50 kişiye 8 sorudan oluşan anket düzenlenmiştir. Bu verilerden yola çıkarak oluşan bulgular derlenmiş ve yeni tespitler yapılmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin farklı bölgelerine yerleşen göçmenler, kendi göçmen pazarlarını kurmuşlardır. Bulgaristan’dan getirilen ürünlerin bu pazarlarda satılması böyle bir arz talebin hala devam ettiğine işaret etmektedir.ABSTRACT IN ENGLISHThe Diversity in Cuisine Culture of the Immigrants from Bulgaria After 1989 MigrationThe Cuisine culture that has been developing and getting rich day by day contemporaneously in the world before 1989 migration has also had an impact on Bulgarian Turks. By the increase in diversity in the market, eating habits have changed. While producing a limited number of food types with limited opportunities just some 30 or 40 years before the ‘Big Migration’, there has been a rapid progress in food culture by the help of the increase in purchase power. Enhancing product range has been reflected in food, and different tastes have entered the cuisines. When we say immigrant, the first things that come to our mind are pastry, flan and pitta bread. Moreover, it is also known that immigrants have a very rich cuisine culture of pickle, stewed fruit, and canned food. This study aims both to disclose the eating habits of Turks living in different regions of Bulgaria before 1989 and to determine whether there has been a difference in immigrant cuisine culture before and after the migration. For this purpose, a questionnaire consisting of 8 questions has been administered to 50 people who migrated to Turkey in 1989. The results gathered from these data have been compiled and new determinations have been made. In addition, immigrants that settled in different regions of Turkey have set their own immigrant markets. The fact that the products brought from Bulgaria are being sold in these markets shows that this kind of supply and demand still continues. PubDate: 2017-10-30 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Servet Kardeş, Çağla Banko, Berrin Akman Abstract: Bu araştırmada sığınmacılara yönelik paylaşımların yapıldığı sosyal medyada yer alan sözlüklerden birinde sığınmacılara yönelik algıya bakılmıştır. Yöntem olarak nitel desende olan bu çalışmada, bir sosyal medya sitesinde yer alan paylaşımlar içerik analizi yoluyla derinlemesine incelenip yorumlanmıştır. Araştırmanın sonucunda sosyal medya kullanıcılarının sığınmacıları büyük bir güvensizlik ortamı ve huzursuzluk yaratan bireyler olarak gördükleri saptanmış, sığınmacılarla yaşanan deneyimlerin ve medyadaki haberlerin bu düşüncelerin oluşmasında etkisinin olduğu belirlenmiştir. Bunun yanında sosyal medya kullanıcılarının devletin sığınmacılar konusunda yanlış politika izlediğini düşündükleri ve sığınmacılar için etkili bir planlama yapılmadığını ifade ettikleri görülmüştür. Çalışmanın sonuçları doğrultusunda medyada sığınmacılar hakkında çıkan haberlerde olumsuz ve şiddet temalı haberlerin azaltılması, Suriyeli sığınmacıların durumu, sahip oldukları haklar ve topluma yansımaları hakkında doğru ve bilgilendirici kamu spotları hazırlanması ayrıca sığınmacıların topluma entegre olma sürecinin her basamağında daha planlı ve etkili bir yol izlenmesi önerilebilir.ABSTRACT IN ENGLISHPerceptions about Syrian refugees on social media: an evaluation of a social media platformIn this research, posts which are about Syrian refugees were published in a social media platform, called as “sözlük” were investigated. The research is a qualitative research. The posts in this platform are analyzed with content analysis method. According to results of analyses, social media users see Syrian refugees as people who create an insecure and a restless environment. The experiences people had with them and news have an effect on this view. In addition, social media users think that government made inappropriate policies and ineffective plans about Syrian refugees. It is suggested negative news about Syrian refugees should be decreased and government should make safer policies. In addition, adaptation of refugees to society should be made in more planned and effective way. PubDate: 2017-10-29 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Mine Gözübüyük Tamer Abstract: 2011 yılı Mart ayından bu yana devam eden Suriye’deki iç savaş ve çatışma ortamı, milyonlarca Suriye vatandaşının komşu ülkelerine sığınmasına yol açmıştır. 2017 yılı itibariyle Türkiye’de geçici koruma kapsamına alınan Suriyelilerin sayısı üç milyonu aşmış durumdadır. Böylesi yoğun bir kitlesel göç içerisinde okul çağındaki çocuklar, geçici koruma kapsamına alınan Suriyeli nüfusun neredeyse üçte birini oluşturmaktadır. Suriye’deki iç savaşın uzaması ve akabinde Türkiye’ye göç eden insanların kalma sürelerinin artmasına paralel şekilde bu çocukların eğitim sistemine dâhil edilmesi gerekmektedir. Bu çalışma, okul çağında olan geçici koruma kapsamındaki Suriyeli çocukları odağına alarak onların eğitim sürecinde karşılaştıkları sorunları, beklenti ve taleplerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ayrıca, çocukların devam ettikleri okullarda okul müdürleri ve öğretmenlerin deneyimleri de araştırmaya dâhil edilmiştir. Araştırma Mart-Nisan 2016 tarihleri arasında Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı altı ilköğretim okulunda (ilk ve ortaokulda), öğrenim gören Suriyeli öğrenciler ile bu okullarda görev yapan okul müdürleri ve öğretmenlerle sınırlıdır. Konunun amacına uygun bir şekilde konuya müdahil olan okul yöneticileri, öğretmenler ve öğrencileri anlamaya yönelik saha araştırmasında verilerin toplanması sırasında derinlemesine görüşme tekniği kullanılmıştır. Özellikle öğrencilerle hem bireysel hem de odak grup görüşmeleri yapılmıştır. Bu sayede, geçici koruma kapsamındaki çocukların haklarını gözeten politika üretilmesi kapsamında, etkin bir eğitim programının hazırlanması ve uygulanması, eğitim materyallerinin hazırlanması ve geliştirilmesi, düzenli ve doğrudan bir izleme faaliyetinin yapılması, eğitim süreçlerine erişim için farkındalık sağlanması, gerektiğinde eğitimcilerin ihtiyaç duydukları alandaki yeterliliklerinin güçlendirilmesi ve desteklenmesi hedeflenmiştir.ABSTRACT IN ENGLISHThe civil war and conflict environment in Syria, which has continued since March 2011, has led to the refuge of millions of Syrian citizens in their neighboring countries. As of 2017, the number of Syrians who have been taken into temporary protection coverage in Turkey has exceeded 3 million. In such a massive immigration, children in school age constitute almost one third of the population. In line with the prolongation of the civil war in Syria and the subsequent residence of those who migrate to Turkey, it is necessary to be included in the education system of these children. This study aims to take the Syrian children who are in temporary shelter in the school age and focus their problems, expectations and demands on their education process. In addition, the experiences of school principals and teachers were also included in the study of the children they attend. The research is limited to the Syrian students studying in the six primary schools (primary and secondary) affiliated to the Trabzon Provincial Directorate of National Education between March-April 2016 and the school principals and teachers working in these schools. An in-depth interview technique was used during the gathering of the data in the field survey to determine the school administrators, teachers and students involved in the subject. Particularly, students were interviewed both individually and in focus. In this context, within the scope of policy development for the rights of temporary protection children, preparation and implementation of an effective training program, preparation and development of training materials, regular and direct monitoring activities, awareness of access to training processes. PubDate: 2017-10-28 Issue No:Vol. 4, No. 2 (2017)
Authors:Zeynep Arslan Abstract: Mevcut çalışma, Anadolu Alevilerinin önemli ölçüde dışarıdan gelen tanımlamalara maruz kalmalarına ve Türkiye siyaset konjonktüründe daima “Şeriat tehlikesini” dengeleme amaçlı araçsallaştırılmalarını ele alıyor. Aleviliğin Türkiye toplumunda büyük toplum kesimlerince egemen olan ve devlet erkanında kurumsal olarak işlerliğini sürdüren Sünni-Ortodoks İslam ile kıyaslanma üzerinden tanımlanması durumu, Avrupa Diasporası’nda ve Aleviliğin Avrupa devletleri tarafından tanınma süreçlerinde etkinliğini sürdürmektedir. Özellikle Avusturya örneğinde 2008/2009 yıllarından itibaren Alevi kurumlarınca başlayan Aleviliğin resmi din olarak tanınma (Almanca: Anerkennung als Religionsgesellschaft) çabaları, devlet çıkarları doğrultusunda (1912 İslam yasasını reform etme amaçlı) yeniden araçsallaştırılabileceğine tanık olundu. Bu çalışma, Avusturya’da Alevi kurumlarının tanınma süreçlerinde izledikleri yolu ve sonuç iti-bariyle Avusturya-Alevi toplumunun kurumsal olarak iki kanada bölünme sürecinin nedenlerini incelemektedir. Konunun içeriğini güncel siyasi ve hukuki süreci belgeleyen kaynaklar ile kritik söylem çözümlemesi yöntemiyle devletin kimlik belirleme hususu, hakimiyet ve egemenlik çerçevesinde iç ve dış etkenlerin karşılıklı ilişkilendirmeleriyle, kimliklerin kategorize edilerek oluşumu konusunu ‘kesişimsellik’ (İngilizce: Intersectional approach) teorik altyapısıyla destekleyeceğim.ABSTRACT IN ENGLISHAlevi diaspora and multiple identities in Alevism as an ‘officially recognised religion’This paper focuses on the Anatolian Alevis, whose identity is often defined externally by others and they face political manipulation as a leverage group against fundamentalist Islamic tendencies. The way in which Alevism is commonly defined in contrast to Sunni-Orthodox Islam, an institutional and hegemonic faith in Turkey continues with Alevi Diaspora in Europe[1]too. In particular, in the case of Austria (German: Anerkennung als Religionsgesellschaft), where the recognition of Alevism as a religion dates back to 2008/2009 and it shows how the state manipulates the Alevi population’s goals for her own purposes (Amendment of the 1912 Islam Law). This study focuses on the way in which Alevi faith group is divided into two at the end of this process of regcognition in Austria. These groups are the Islam Alevis and the (Syncretic) Alevis. This paper analyses the roles of the Austrian Alevi associations and the Austrian state in this process of division and official recognition. The analyses are based on content analysis of documents on current political and judicial decisions and benefits from critical discourse analysis approach. The intersectional theoretical approach is tested when the dominance and hegemony aspects, mutual influences of internal and external factors as well as identity buildings through categorization are analysed.